“-Şifa Allah’tan değil mi?”
“-Evet!”
“-Kur’an şifa değil mi?”
“-Evet!”
“-İyi de neden o zaman yazmıyorsun bana bir muska! Yok babam, bunlar hoca değil!”
Bizim İmam-Hatip nesli bu türden muhabbetlere çok muhatap olmuştur. Şifanın Allah’tan olduğuna inanır, Kur’an’ın da şifa olduğunu bilir. Ama bir kimsenin derdine derman olmak için oturup da bir muska yazmasını bilmez. Yahut en azından okuyup, üfürmesini, arada bir tükürmesini… Bunları bize öğretmediler. Millet de hoca diye bunları bizden bulamayınca şifalarını başka adreslerde aramaya başladılar. Bir sürü medyum, cinci hoca, Ali Kalkancı bu boşluğu servete dönüştürdü. Hatta bizim komşu rahmetli okuma yazma bilmez Battal Emmi bile buradan bir ekmek çıkarmak için epey uğraşmıştı.
Bunların faydası var mı?
Rahmetli Garib Ali anlatırdı: Vaktiyle yaylada otururken bizim avrat her köye gidişimizde, “-Herif Abdurahman Usta’ya bir muska yazdır” der dururdu. Gene birinde böyle sıkı sıkıya tembih etmişti. Biz de köyden yaylaya dönmek üzere yarı yola varmıştık ki aklıma düştü. Gene muskayı yazdırmamıştım. Tâ Yayla Damı’nın orda. Yanımda da bizim yeğen Sarı Bıyık vardı. Dedim ona:
“-Ula yeğen! Görüyor musun, bak gene muska yazdırmayı unuttuk. Şimdi elimiz boş böyle varırsak avrat gene bizim başımızın etini yer. Geri dönüp yazdırsak yol bir hayli uzadı, vakit geç oldu. İyisi mi gel bunu biz kendimiz yazalım!
Neyse cebimden defter- kalem çıkardım.”
Garib Ali kendi akranları içinde ender okur yazarlardandı. Onun yazısını ancak kendisi ve bir de benim gibi aileden olup yazısını yakinen bilenler okuyabilirdi. Harflerinin bacakları uzun uzun olurdu.
“Ondan sonra başladım muskaları yazmaya. Hani bildiğimiz falan yok, kargacık burgacık bir şeyler çiziktiriyordum. Neyse üç tane muska yazdım. Alayçığa (basit yayla evi) varınca Avrat dedi:
“-Herif muskayı yazdırdın mı? Bu kez de unutmadın inşallah!” Dedim:
“-Yok! Yok! Yazdırdım. Aha işte. Şunu yedi kat muşambaya sarıp boynuna asacaksın. Şunun ıslatıp suyunu içeceksin, şunu da bir ulu ağaç dibine gömeceksin…” “İyi, sağ ol, ellerine sağlık!” dedi ve bizim avrat bu dediklerimi itina ile bir bir yaptı ve iyi oldu. Hiç bitmeyen şikâyetleri kesildi.
Aradan yıllar geçti. Bir gece muhabbet esnasında laf lafı açtı ve ben “Avrat! dedim, hani vaktiyle yaylada sen Abdurahman Usta’dan muska yazdırmamı istemiştin ve ben de muskaları sana getirmiştim ve sen onlardan birini boynuna takmış, diğerlerini şöyle şöyle yapmıştın ya…!”
“-Eee!”
“-Eeesi o ki aslında o muskaları Sarı Bıyık ile ben kendim yazmıştım. Abdurahman Usta’ya yazdırmayı unutmuştum, yolda da aklımıza düşmüştü. Senin korkundan Yayla Damı’nda oturup biz kendimiz yazmıştık…”
“Bizim avrat” diyor Garib Ali “yıllar sonra bunun üzerine gene aynı hastalığa yakalandı ve şikâyetlere başladı.”
Olur mu? Olur!
Ömer Rıza Doğrul der ki: “İman öyle bir güçtür ki inanılan kimsenin elinde nice mucizeler, nice kerametler yaratır”. El-hak doğrudur.
Bugün hastalıkların birçoğunun psikolojik olduğu artık herkesçe müsellem. Tıp da zaten bir bilim olmaktan öteye bir “iyileştirme sanatı” imiş. Hal böyle olunca bir hastayı iyileştirmenin birçok farklı yolu olabiliyor.
Derler ki sıtma muskası için “Sıtma! Bu iti tutma!” diye yazılırmış. Ben şükür ne sıtmaya tutuldum ne de sıtma muskası yazdırdım. Öğrenmiş olmama (!) rağmen şimdiye kadar da kimseye yazmadım.
Ama bütün bu ve benzeri örnekler muska yazmanın, okuyup üfürmenin ve tü tü tü diye tükürür gibi etmenin galiba insanların şifa bulmasında yeri var.
Anadolu’da yeğnilik okuma çok yaygındır ve hemen herkes birbirine okur, üfürür. Okumalar esnasında esnemeler başlar. Bu nazara yorulur.
Biz İmam Hatip nesli bu işi öğrenemedik. Çok bilimselci olduk. Bilimsel verilere uymayan pek çok şeyi hatta nasları bile tevile kalkıştık. Bilimsel verilerin esasen yanlışlanabilir şeyler olduğunu hesaba katmadık.
Bugün bu boşluğu kimler dolduruyor. Malum. Bunlardan kimi bilimsel çatılar altında yürütüyorlar mesleklerini, çok iyi de para kazanıyorlar. Kimileri ise istismar ediyor insanların zaaflarını. Kimse de hesap sormuyor.
Şu uzun gecenin gecesi olsam
Sılada bir evin bacası olsam
Dediler ki nazlı yarin pek hasta
Başında okuyan hocası olsam
Belli ki insanların manevi desteğe ihtiyacı var.
Sevmeye ve sevilmeye muhtaçlar: İşte size bir siteden bir muhabbet muskası:
41 Adet Fülfüle Birer defa cin suresini 10. Ayetin Sonuna kadar oku birebir ateşe at yakarken falan bin falanda benim aşkımdan böyle yansın de sahihtir eğer inanmazsan bir hayvanın niyetine oku göresin ki yanından ayrılmaz. Daha detaylı bilgi için bizimle iletişime geçiniz. (Yazı aynen kopya edildi)
Bu son cümlenin tercümesi şöyledir: Bu gibi işler parasız olmaz. Tahsili de bize aittir.
Garibce ne etsin, ne desin şimdi?!
Allah cümlemize şifa versin!
İnsanın ölürken başını dizine koyacağı bir sevdiğinin olması, alnındaki boncuk boncuk terleri şefkat ve merhametle silen bir elin serinliğini yüreğinde hissetmesi, iman ettiği bir dine mensup saygıdeğer bir hocanın başında okuyor olmasının verdiği güveni duyması herhalde güzel bir şey olmalı!
Garibce doğrusu böyle bir ölümü çok arzu eder!
Ama ya nasib!
Dua ile!
GARİBCE